Yeşil Çeliğe Dair… 19/04/2022

Yeşil Çeliğe Dair…

Dr. Hüseyin Soykan - Ekinciler Holding İcra Kurulu Üyesi

 

Yeşil Mutabakat: 1992 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Rio de Janeiro’da organize edilen konferans ile dünya çapında somut hale gelmeye başlayan iklim değişikliği ile mücadele ve küresel ısınmanın azaltılmasına yönelik gayretler: 2005 yılındaki Kyoto Protokolü ve 2015’deki Paris Anlaşmasını müteakiben, Avrupa Birliğinin 11.12.2019 tarihinde ilan ettiği Yeşil Mutabakat manifestosu ile bir başka boyuta geçmiş bulunuyor. 2030 yılına kadar, büyük bir kısmı karbondioksitten oluşan sera gazları kaynaklı emisyon azaltımını en az %55 oranında yapmayı ve 2050 yılına kadar dünyanın ilk iklim-nötr kıtası olmayı hedefleyen Avrupa Birliği, bu hedefleri gerçekleştirmeye yönelik olarak yasal mevzuatında, birbiri ile bağlantılı ve birbirlerini tamamlayan çok sayıda değişikliğe gitmektedir. Avrupa Birliğinin bu deklarasyonunu takiben, dünyanın en büyük ekonomileri olan ABD, Çin, Japonya ve Hindistan gibi ülkeler başta olmak üzere birçok devlet, 2050-2065 yıllarına kadar ilkim-nötr olma hedeflerini açıklamış bulunuyor. Ülkemiz ise 2015 yılında Birleşmiş Milletlere sunduğu emisyon azaltım taahhüdü kapsamında: 2030 yılına kadar sera gazı emisyonunu, 1990 yılı seviyesine göre %21 oranında azaltma ve 2053 yılında iklim-nötr olma hedefini belirlemiştir.

 

Sınırda Karbon Düzenlemesi: Avrupa Birliğinin yaptığı düzenlemeler içerisinde şüphesiz en ön plana çıkanı:  Yeşil Mutabakat ile hedeflenen politikaların Avrupa sanayisi üzerinde meydana getireceği maliyet karşısında, Avrupa’nın rekabetçiliğinin korunabilmesi ve üretim ile yatırımların, emisyon azaltım hedefi Avrupa Birliği’nden az olan ülkelere kaymasının önlenmesi için hayata geçirilecek olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasıdır. 14.07.2021 tarihinde ilan edilen bu mekanizmayla: Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerden demir-çelik, çimento, gübre, alüminyum ve enerji (elektrik) gibi karbon yoğun sektörlerde üretimin emisyon içeriğine ve Avrupa Birliğinde 2005’ten beri yürürlükte olan Emisyon Ticaret Sistemi fiyatı ile üretici ülkede ödenen herhangi bir karbon fiyatı arasındaki farka göre, ithalata ilave vergi (sınırda karbon vergisi) uygulanacak olup; 01.01.2023 tarihi itibariyle 3 yıllık mali yükümlülük getirmeyen bir geçiş dönemi ile başlatılması ve 2026 yılında resmen uygulamaya geçmesi hedeflenmektedir. Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması: Kapsam-1 olarak tanımlanan, yalnızca üretim süreci sırasında gerçekleşen doğrudan emisyonlar için geçerli olup: Kapsam-2 olarak ifade edilen dolaylı emisyonları (kullanılan elektrik, doğalgaz vb enerji kaynaklı) ve bu mekanizmadan etkilenen sektörlerin ürettiği malzemeleri kullanan alt ürünlere ve nakliye/iş seyahati/çalışan ulaşımı gibi üretim öncesi emisyonları (Kapsam-3) bu aşamada kapsamayacaktır. Daha fazla sektör, ürün ve hizmet ile dolaylı emisyonların sisteme dahil edilip edilmeyeceği ise, geçiş döneminden sonra tekrar değerlendirilecektir. Karbon vergisinin kimden ve ne şekilde tahsil edileceğine dair yaygın olarak bilinen en temel yanlış husus, Türkiye’den ihracat yapan bir sanayi şirketinin doğrudan Avrupa Birliğine ödeyeceği bir vergi gibi algılanmasıdır. Böyle bir vergi söz konusu olmayıp; Avrupa Birliğindeki ithalatçı tarafından ödenecek bir meblağ olmakla birlikte; sonuçta maliyet bir şekilde üreticinin satış fiyatına yansıyacaktır. Öngörülen sisteme göre: Avrupa Birliğinin vergi otoriteleri, Avrupa Birliğinde yerleşik ithalatçılardan vergi alacaktır. Bu amaçla belirlenecek kurumların yetkilendirilmiş ithalatçı şirketlere satacağı karbon emisyon sistemi sertifikaları yoluyla elde edilecek gelir, bir fonda biriktirilerek düşük emisyonlu sanayiye geçiş için gerekli yatırım harcamalarında finansman kaynağı olarak kullanılacaktır. Avrupa Birliğinde yerleşik ithalatçıların satın alacağı sertifika miktarı, ithal edilen ürünleri taşıdığı gömülü karbon miktarlarına göre belirlenecektir. Bu nedenle ithal malların üretim aşamalarında doğaya salınan karbondioksit miktarının doğru şekilde belirlenmiş, doğrulatılmış ve belgelenmiş olması gerekecektir. Böylece üretici şirketlerin daha az emisyon salınımına yol açtıklarını ya da emisyonlarını yutak alan, yenilenebilir enerji, yüksek verim ve karbon yakalama teknolojileri gibi çeşitli yöntemlerle dengelediklerini belgelemeleri, uygulama sürecinde kritik öneme haiz olacaktır. Çünkü ithalata konu malların fiyatı, üzerine eklenecek dikkate değer bir karbon vergisi ile şekillenecektir. Diğer yandan Avrupa Birliğince kurgulanan sisteme göre: birlik dışındaki ülkelerde ödenmiş karbon vergisi benzeri ödemeleri mahsup etmek mümkün olabilecektir. Bunların belgelenmesi ve Avrupa Birliği standartlarında olması, yani gerekli akreditasyona sahip olması durumunda kabul görecektir.

 

Çelik Üretimi ve Karbon Salımı: Küresel ısınmaya sebep olan sera gazlarının en önemlisi olan karbondioksit salınımı incelendiğinde; Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, başlangıç yılı kabul edilen 1990’da tüm dünyada 20,5 milyar ton civarında olan ve atmosfere karışan miktar, 2020 yılı sonunda yaklaşık olarak 35 milyar tona yükselmiş durumdadır. Temel olarak üretim esnasında kömür kullanımı kaynaklı yanma/redüksiyon prosesleri nedeniyle çelik sektörü, bu miktarın yaklaşık %7,2’sinden sorumludur. 2021 yılında tüm dünyada üretilen 1,95 milyar ton çeliğin %72’si demir cevheri ve kömür kullanılarak entegre tesislerde, %28’i ise hurdayı ergiten ark ocaklı tesislerde gerçekleştirilmiştir. Entegre tesislerde çelik üretiminde, 1 ton çelik için 2,2-2,4 ton; ark ocaklı tesislerde ise 0,3-0,4 ton karbondioksit salımı meydana gelmektedir. Dolayısıyla hurdadan üretim, cevherden üretime göre 1 ton için yaklaşık 5’te 1 civarında daha az emisyon salımına neden olmaktadır. Buradan hareketle başlıca çelik üreticisi ülkelerin rakamlarına bakıldığında ise; 1,03 milyar ton çelik üretilen Çin’de üretimin %91’i, ikinci büyük üretici olan Hindistan’da üretimin %45’i ve üçüncü büyük üretici Japonya’da ise %75’i cevherden üretilmektedir. Türkiye’de üretimin yaklaşık %69’u hurdadan gerçekleştirildiği için; emisyon salımı konusunda nispeten avantajlı bir durum söz konusudur.

Sanayinin temel girdisi olan çeliğe talebin, önümüzdeki dönemde artarak devam edeceği; bu kapsamda 10 yıl içinde üretimin 2,5 milyar tona ulaşacağı hesaplanmaktadır. Bu üretim tonajı içerisinde, halen %72 gibi çok önemli bir paya sahip kömür ve cevher kullanımıyla entegre tesislerde çelik üretiminin daha fazla artmayacağı beklenmekte olup; çok daha az emisyon salımının olduğu hurdadan üretime yönelik Çin, ABD ve Avrupa Birliğinde halihazırda birçok yeni yatırıma başlanmıştır. Hurdadan çelik üretiminde hedef: mevcutta yaklaşık 490 milyon ton olan üretimi, 2030 yılında 700 milyon ton ve 2050 yılında ise 1 milyar tona çıkarmaktır. Bu miktar için gerekli hurdanın ise gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerdeki rezervden karşılanması beklenmektedir. Halihazırda emisyon azaltmada en öncelikli hedef, hızlıca ark ocaklı tesislere yatırım yapma olarak dikkat çekmektedir.

Çelik üretimi kaynaklı emisyonları azaltmak için, üzerinde önemle durulan 2.başlık, karbon yakalama ve depolama teknolojilerinin geliştirilmesidir. Kok bataryaları, yüksek fırınlar, çelikhane ve haddehanelerden salınan karbondioksit emisyonlarını yakalama, taşıma ve depolamaya odaklanan bir teknolojiler paketi olarak tanımlanan karbon yakalama ve depolamada: temel olarak kullanılan kömürün ve diğer yakıtların yanma işlemi sonrası ortaya çıkan karbondioksitin, kimyasal çözücüler yardımıyla ayrıştırılması ve boru hattıyla taşınıp yeraltı jeolojik oluşumlarında depolanarak atmosfere ulaşmasını engellemek amaçlanmaktadır. İlk kez 2018 yılında karbon yakalama, kullanım ve depolama tesislerinin kurulmasına yönelik planlarda artış görülmüş, ABD’de kullanım ve depolama için vergi indirimleri sağlanması sonucunda, Yeşil Mutabakat sürecinin de tetiklemesiyle önümüzdeki yıllarda bir yatırım dalgasının oluşması beklenmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı tarafından paylaşılan çalışmalarda, bu teknolojinin 2050 yılında ulaşılması arzulanan net sıfır emisyon hedefi çerçevesinde kümülatif emisyon azaltımının %15 kadarını karşılayabileceği hesaplanmaktadır.

Çelik üretimi kaynaklı Kapsam-1 emisyonlarını azaltmak için, üzerinde en çok tartışılan seçenek ise, hidrojen kullanımıdır. Çelik üretiminde cevherdeki demirin oksijenden ayrılması için kullanılan kömür yerine doğrudan hidrojenin kullanımını mümkün kılacak teknik ve ekonomik koşulların oluşması gereklidir. Normalde demir cevheri fırınlarda kömürle reaksiyona sokulduğunda, sıvı demir elde edilmesi yanında; karbon monoksit oluşur ve fırın içindeki diğer reaksiyonlar sonucu atmosfere karbondioksit salınır. Aynı işlem kömür yerine hidrojenle yapıldığında, bu sefer atmosfere karbondioksit değil çıkan su buharı salınarak emisyonu azaltımı gerçekleşmiş olur. Hâlihazırda petrokimya sanayinden, doğalgazdan, petrolden ve çeşitli atıklardan üretilen hidrojen, çelik üretiminde kullanım için çok pahalı ve yeterli miktarda mevcut değildir. Bu nedenle öncelikle, hidrojeni daha ucuza ve rekabetçi bir fiyata üretebilmek gerekmektedir. İlaveten hidrojen üretirken kullanılan elektriğin de,  güneş ve rüzgâr gibi yeşil kaynaklardan elde edilmesi lazımdır. Bu noktada İsveç ve Finlandiya gibi İskandinav ülkeleri başta olmak üzere ciddi yatırımlar başlamış durumdadır. Laboratuvar çalışmaları tamamlanmış ve pilot ölçek deneme çalışmaları devam etmekte, sonrasında ise endüstriyel ölçekli çelik üretimi  programlanacaktır. Avrupa’da sadece kuzey ülkelerinde değil; Almanya, Fransa ve Hollanda’da, bu üç alanda çok sayıda proje başlatılmış durumdadır.

 

Uluslararası Ticaret: 2021 yılı dünya ticaret rakamlarına bakıldığında; Ülkemiz yanında Rusya, Ukrayna, Hindistan ve Çin’in sınırda karbon düzenlemesinden etkilenme olasılığı en yüksek ülkeler olduğu ortaya çıkmaktadır. Ülkemizin 2021 yılı toplam ihracatı 225,3 milyar dolar olarak gerçekleşmiş olup; Avrupa Birliği ülkelerine yapmış olduğumuz ihracat ise 93,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve toplam ihracatımızın %41,3'ünü oluşturmuştur. Çelik sektörümüzün 2021 yılında Avrupa Birliğine ihracatı ise, tonaj olarak 7,4 milyon ton olup; 23,9 milyon tonluk toplam ihracatın %31’ine denk gelmektedir. Ülkemizin sınırda karbon düzenlemesinden etkilenen çelik ve diğer sektörleri, ürünlerinin yaklaşık %55'ini Avrupa Birliğine ihraç etmektedir. Dolayısıyla gerek ülkemiz ve gerekse sektörümüzün en büyük ticari partnerinde yaşanan gelişmelerin, Ülkemize ve sektörümüze doğrudan etkilerinin olması kaçınılmazdır.

 

Yapılanlar ve Yapılabilecekler: Ticaret Bakanlığının koordinasyonunda ilgili tüm Bakanlıkların, sivil toplum örgütlerinin, üniversiteler ile ilgili sektörlerin katıldığı ve 2021 yılı içinde yayımlanan Yeşil Mutabakat Eylem Planı, oldukça kapsamlı bir belge niteliğindedir. Bu eylem planının kâğıt üzerinde bırakılmaması, hem kamu hem de özel sektör tarafından koordineli bir planlama dâhilinde gereklerinin yapılmasında ciddi fayda vardır. Zira Ülkemizde bir emisyon ticaret sistemi kurulması ve buna bağlı olarak bir ulusal karbon fiyatlamasının oluşturulması, en öncelikli hedef olarak gözüküyor. Avrupa Birliğinde kurulu bulunan ve yeşil mutabakat ile tam uyumlu bir Emisyon Ticaret Sistemi kurulabilmesi halinde: Avrupa Birliğine ihracatta karşılaşılacak karbon vergilerinin yurt dışına dolaylı aktarım yerine Türkiye’de tahsil edilmesi, tahsil edilecek bu ödemelerin Avrupa Birliğindeki ithalatçılarca satın alınması gereken sertifikalardan mahsup edilerek (bir başka ifadeyle tahsil edilecek vergilerden düşülerek) rekabette fiyat avantajı sağlanması ve hatta toplanan bu vergilerle ulusal bir fon oluşturularak ülkemizde emisyon azaltıcı yeni yatırımların desteklenmesi mümkün olacaktır. İlaveten, yurtiçi finansman mekanizmasının kurulması, hidrojen üretimi, iletimi, dağıtımı ve tüketimi konusunda ilgili mevzuatların oluşturulması, yenilenebilir enerji ve döngüsel ekonomi için gerekli altyapının kurulması, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektriğin ucuz ve erişilebilir fiyatlanması ile yeşil teknoloji ile üretilen ürünler için pazar oluşturulması da, dikkat çeken başlıklar arasında bulunuyor.

Yeşil Mutabakat kapsamında sınırda karbon düzenlemesinden doğrudan etkilenecek demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre ve enerji sektörleri ile muhtemelen sürece daha sonra dahil edilecek kimya, otomotiv, ambalaj, plastik, tekstil, inşaat ve kağıt gibi enerji yoğun sektörlerin iş birliği ve güç birliği yapmasında büyük faydalar söz konusudur. 1996 yılında Avrupa Birliği ile yapılan Gümrük Birliği Anlaşması, 20 yıldan fazla bir süre için Avrupa Birliği lehine sonuçlar doğurmuştur. Çelik sektörümüz özelinde son birkaç yılda lehimize bir ticaret dengesi oluşması üzerine; hemen kota ve vergi uygulamalarına geçilmiştir. Kurulacak bir platform ile Avrupa Birliği nezdinde ihtiyaç duyulan lobi ve yönlendirme faaliyetleri yürütülebileceği, ilgili sektörlerle birlikte kapsamlı istişareler yoluyla sürecin takip edilebileceğinin altını çizmekte fayda var.

Yeşil Mutabakat ve özellikle sınırda karbon düzenlemesi kapsamında karşı karşıya kalınacak risk ve fırsatların değerlendirilmesi, ihtiyaçların belirlenmesi ve sektörümüzde yeşil dönüşümü sağlayacak şekilde bir stratejik eylem planının ve buna bağlı olarak kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri ortaya koyan bir yol haritasının geliştirilmesine ihtiyaç var.  Böyle bir stratejik eylem planı, esas çerçeve olarak:

- Kapsam-1 öncelikli olmak üzere, karbon dioksit emisyonunda mevcut durumun tespit edilmesi,

- Karbon dioksit emisyonunun azaltılması ve yeşil dönüşüme ilişkin hedeflerin belirlenerek projelerin geliştirilmesi ve

-  Yeşil dönüşüme ilişkin hedeflerin hayata geçirilmesi için gerekli altyapı, mevzuat ve teşvik sisteminin oluşturulması ile yeşil dönüşüm maliyetinin azaltılması ve bu yöndeki teşviklerden azami şekilde faydalanılması amacıyla kamu otoritelerinin yürüteceği tüm süreçlere aktif katılım sağlanarak katkı verilmesini kapsamalıdır.

Sınırda karbon düzenlemesinin esas aldığı Kapsam-1 emisyonları bağlamında çelik sektörü değerlendirildiğinde; entegre tesislerde ünitelerin verimli çalışması, kaliteli hammadde kullanımı, yakıt oranlarının düşürülmesi, çelikhanede ise hurda kullanım oranının artırılması ile kömür tüketiminin az da olsa azaltılması sağlanabilir. Diğer yandan, yüksek fırınlara kok kömürü yerine hidrojen, biyokütle, ferro-kok gibi alternatif maddelerin şarj edilebilmesi üzerine dünya genelinde çalışmalar halen sürmektedir. Nihayetinde bu tür uygulamalar: sera gazı emisyonunda azaltım sağlasa da, %55 azaltım hedefine ulaşılmasını sağlamayacaktır. Emisyonsuz üretim için entegre demir-çelik üreticilerinin üretim teknolojilerinde değişiklik yapması beklenmektedir. Bu amaçla, mevcut durumda birçok üretici: elektrik ark ocaklı tesis yatırımına başlayarak yahut mevcut ark ocaklı tesisleri bünyelerine katarak ton başına emisyon değerlerini azaltmayı hedeflemektedir. Yine önemli bir alternatif olarak, demir cevheri peletlerinin redüklenip sünger demirin üretildiği DRI tesislerine ilgi çok hızlı bir şekilde artmaktadır.  Mevcut durumda çoğunlukla doğalgazla çalışan DRI tesislerinin, yeşil hidrojen ile beslenmesi planlanmakta, yeni bir eşik olarak düşünülen bu yöntem daha çevreci bir Dünyaya giden yolda umut vaat etmektedir.  Diğer yandan, daha düşük emisyonla çelik üretimine imkan sağlayan elektrik ark ocaklı tesislerde ise: emisyonun yaklaşık %50’si hurdanın ergitilmesi esnasında meydana gelmektedir. Hurda kaynaklı emisyonu daha da azaltmak için, en önemli unsur olan hurda ve metalik kaynak verimliliği için metalurjik proses seçimleri, temiz hurda kullanımı ve hurdadan nihai ürüne kadar tüm proses adımlarında metalik kayıpların azaltılması önem arz etmektedir. Ayrıca düşük karbonlu veya karbonsuz demir içeriği yüksek cevher kökenli DRI/HBI gibi metalik hammadde alternatiflerinin ark ocaklarında daha fazla kullanımı da dikkate değer bir seçenektir.

Kapsam-1 içindeki diğer önemli emisyon kaynağı, haddehanelerde kütük/slab tavlama fırınlarında kullanılan doğalgazdır. Doğalgaz kaynaklı emisyonların azaltılmasına yönelik olarak: proses optimizasyonuyla tüketim değerinin azaltılması, sıcak şarj oranının azami seviyeye yükseltilmesi ve oksi-yakıt kapsamında hidrojen kullanımı gibi tedbirlerin alınması elzemdir. Yine pota ısıtma istasyonlarında hidrojen karışımlı oksi-yakıt denemelerine, Avrupa’da ticari olarak başlanmış durumdadır. Doğalgaz+oksijen+karbon (antrasit) içerikli enerji paketinin elektrik tüketimini azaltıcı etkisi nedeniyle kullanımı tercih edilirken; bu paketin ve tedarik edilen elektriğin kaynağına göre meydana getireceği emisyonları daha dikkatli bir şekilde hesaplamak gerekiyor.

Avrupa Birliği çelik sanayisinin karbondioksit emisyonlarının 2030 yılına kadar 2018'e kıyasla %30 (veya 1990'a kıyasla yaklaşık %55) ve 2050 yılına kadar %80 - 95 (karbon nötr) oranında azaltılması hedeflenmektedir.  Sınırda karbon düzenlemesinin mevcut durumda sadece Kapsam-1 emisyonlarını konu etmesi ve henüz Kapsam-2 ile Kapsam-3 dolaylı emisyonları kapsamıyor olması sebebiyle elektrik ark ocağıyla hurdadan üretim yapan tesisler, entegre tesislere göre şimdilik daha avantajlı görünüyor. Ancak Kapsam-2'ye göre dolaylı emisyonların da hesaba katılması halinde, elektrik ark ocağıyla üretim yapan tesislerin birçoğunun enerjilerini termik santrallerden sağlamaları sebebiyle, bu oranların birbirine yaklaşması söz konusudur. Kapsam-2’deki elektrik enerjisi kullanımı kaynaklı emisyonlar, en yoğun enerji tüketen sektörlerden birisi olan çelik üretimi açısından kritik öneme haiz bir konudur. Ülkemizde 2021 yılı sonu itibariyle 100.000 MW’ı bulan elektrik üretimi kurulu gücünün yaklaşık %20’sinin rüzgar, güneş, jeotermal, biyo kütle ve atık ısıdan; %46’sının ise ithal ve yerli kömürden oluştuğu, kuraklık nedeniyle %30 civarındaki hidroelektrik kapasitesinden önemli oranda yararlanılamadığı dikkate alındığında; elektrik üretiminden kaynaklı emisyon değerlerinin oldukça yüksek ve uluslararası rekabet açısından sorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır. Buradan hareketle çelik üreticilerinin, ya daha yüksek bedelle yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektriği satın alması yahut rüzgar, güneş, atık ısı geri kazanım gibi yatırımlara yönelmesi gibi bir ikilemi söz konusudur. Ark ocaklı tesislerde 1 ton çelik üretimi için ihtiyaç duyulan elektrik miktarının ortalama 600-650 kWh olduğu dikkate alındığında; yapılacak bu yatırımların, işletmelerin ihtiyacı olan elektriğin tamamını karşılamaktan uzak olduğu da dikkate alınmalıdır. 

Ülkemizdeki cari mevzuata göre: Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik ve Sera Gazı Emisyonlarının İzlenmesi ve Raporlanması Hakkında Tebliğ yürürlükte olup; çelik üreticisi firmalar akredite doğrulayıcı kuruluşlar tarafından denetlenmektedir. 2015 yılından bugüne yıllık sera gazı emisyon verileri, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının ilgili sistemine kaydedilmektedir. Ancak bu veriler sadece Kapsam-1 için olup, Kapsam-2 ve Kapsam-3 emisyonlarını içermemektedir. Diğer yandan enerji ve proses verimliliği bağlamında: karbon ayak izi hesaplaması ve raporlaması, döngüsel ekonomi uygulamaları ile atıkların değerlendirilmesi, su ve atık su geri kazanımı da üzerinde önemle durulması gereken başlıklardandır.

 

Sonuç: Avrupa Birliğince ilan edilen Yeşil Mutabakat ile birlikte dünyada geri döndürülemez bir sürece girilmiş durumdadır. Önümüzdeki dönemde, emisyon ve enerji verimliliği, yenilenebilir enerji kullanımı ve döngüsel ekonominin öneminin artacağı aşikardır. 30 yıl içinde, elektrik tüketiminin 2 katından fazla, hidrojen tüketiminin ise yaklaşık 6 kat artması bekleniyor. Ülkelerin ileriye yönelik belirledikleri küresel ısınmayı azaltma hedefleri ve sınırda karbon düzenlemesi ile birlikte, Ülke ve Sektör olarak gerekli adımların zamanında atılması gerekiyor. Aksi takdirde: ilave vergi yükü, rekabetçi fiyatlamada geride kalma, ihracatta azalma ve pazar kaybı gibi sonuçların Türkiye’nin ekonomik büyümesinde gerilemeye yol açmasının yanında; yeşil teknoloji ve yeşil üretimde geriye düşme, uluslararası finansman erişiminde kısıtlama risklerine maruz kalma gibi durumlar da söz konusu olabilecektir. Firmalar özelinde ise: yeşil üretime geçmeyen ve karbondioksit emisyonunu azaltamayan üreticiler, Avrupa Birliğine ihracatta ek vergiler ile karşılaşacak olup; ilaveten ihracatta ek vergi uygulamasını diğer gelişmiş ülkeler de tatbik edebilecektir. Avrupa Birliği ve diğer gelişmiş ülkelerdeki mevcut ithalatçı firmalar, daha düşük emisyon salımıyla üretim yapan alternatif firmalara yönelecektir. Yine emisyonunu azaltamayan firmalar, ürünlerini satmakta zorlanacak ve dolayısıyla ciddi oranlarda pazar kayıpları yaşayacaktır. Yeşil üretime geçmeyen ve emisyonunu azaltamayan firmalar, kredi bulmakta zorlanacak, kredi bulduğunda ise daha yüksek faizle borçlanacaktır. Yeşil üretime geçmeyen firmalar, mevcut olan hibe ve düşük faizli kredilerden istifade edemeyecektir.

Önümüzdeki 2030 ve 2050 yıllarına yönelik yapılan projeksiyonlar bağlamında; bu zaman dilimleri, iş yapış şeklimizde daha önce görmediğimiz teknolojik ve ticari zorlukları getirirken, bunlara hazırlıklı olmayı gerektirmektedir.